"...Hz.Ali gelip Fâtıma'yı istiyor. Efendimiz (s.a.v.), Hz.Ali'nin elinde maddiyat namına bir şey olmadığını bilmesine rağmen kızı için mehir istiyor. Bu önemli bir adımdır. İnsanları öyle bedavacılığa alıştırmak yok... Zaten Hz.Ali de bu konuda takdir edilecek hâldedir. İmkânım yok filan demiyor, hemen gidip zırhını satılığa çıkarıyor ve onu bir Yahudiye satıyor. O paranın büyük bir kısmıyla mehir bedelini ödüyor, geri kalanıyla da düğün hazırlıklarını başlatıyor. Hz. Osman pazarda dolaşırken Hz. Ali'nin zırhını görüp tanıyor. Hemen satın alıp o zırhı düğün hediyesi olarak Hz.Ali'ye veriyor. Bundan dolayı Hz.Osman ile Hz. Ali arasında çok farklı bir muhabbet vardır..."
Kâinatın Efendisi Peygamber (S.A.V) Efendimiz, güzel geçim hususunda insanların en iyisi idi. Herkes ile güzel görüşür, daima güler yüzlü bulunurdu, sohbet esnasında kimsenin sözünü kesmezdi. Ancak münasebetsiz bir konuşma olursa o zaman keserdi. Ve her kavmin büyüklerine daima ikram eder, onları kendi kabilelerinin reisliğine tayin buyururdu. Yapılan davetlere icabet eder, verilen hediyeleri kabul buyurur, karşılığında da hediyeler verirdi. Şer'i şerife muhalif olmayan hususlarda insanlara muhalefet etmek istemezdi. Hoşuna gitmeyen bir şey görünce görmemezlikten gelirdi. Ancak o şey günah olursa, o zaman müdahale ederdi.
Nakşibendi terbiyesi, Şah-ı Nakşibend hazretlerinin tercih ettiği gizli zikir usulü üzerine kurulmuştur. Bu usulü benimseyen büyük veliler tarafından geliştirilerek günümüze kadar gelmiştir. Bu usul ve edepler bizzat Kur'an âyetlerinden, rahmet peygamberi Hz.
Muhammed Efendimiz'in (s.a.v) sünnetinden ve onun şerefli ashabının (r.anhüm) hallerinden alınmıştır. Bu terbiye sistemi, her şeyi ile Kur'an ve Sünnet'e bağlıdır. Bütün terbiye sistemi ve içindeki edepler, dinimizin temel kaynaklarına dayanmaktadır. Bu edepler Kur'an ve Sünnet'te ya açıkça belirtilmiş ya da işaret, delalet ve sükût yoluyla kabul edilmiştir. Yani bu yolda İslâm'ın ruhuna uymayan hiçbir şey yoktur.
Allah Teâlâ, ilâhî terbiyenin ve dostluğun merkezine Resûlü Hz. Muhammed Efendimiz'i (s.a.v) koymuştur. Ona uymadan kimse yüce Allah'a gidemez, O'na dostluk yapamaz.
Efendimiz'in (s.a.v.) bu çağrısına kimseler karşılık vermiyor. O anda bu sesi sessizliğe mahkûm etmemek için Hz. Ali sürahiyi bir tarafa bırakarak elini havaya kaldırıyor ve
"Ben varım ya Resûlallah!" diyor.